Biz Türklerin savaşçı bir millet olduğu ortada. Bir dönem yetiştiriliş tarzı olsada bu kabiliyet artık genetiktir ve aktarılmaya devam ediyor. Hatırlayın, ufacık çocuklarken bizler sokakta, oyunlarımızda savaşıyor, lider çıkarıyor ve onu koşulsuz dinleyen erler olarak oynamıyor muyduk? En ufak mesele için bile çok kısa sürede nasıl teşkilatlanıp bir araya geliyorduk? Bunların hepsi DNA’mızdan geliyor.
Hatırlayın! Son sürat gelen topun önüne gol olmasın diye atlayana nasıl saygı duyuyorduk? Bir amaç uğruna fedakarlık yapmak Türk için kut’ludur. Elbette günümüz ahlaksızlık çarşılarından ve onu pazar eden sürüngenlerden bahsetmiyorum. Onlar her çağda vardı.
Bugün size bir kahramanı anlatacağım. Kahraman dediysem sentetik garp kahramanları gibi değil. Eti ile kemiği ile has bir Türk kahramanından bahsedeceğim. Kafanızda yüzlerce isim belirdi farkındayım. O kahramanların her birini gıpta ile anıyorum.
Şırak adındaki bu Türk kahramanı tek başına koca bir orduyu yenmiştir. Tam anlamı ile bir tek başınalıktan bahsediyorum. Şırak hakkında çok fazla kaynak olmadığını söylemem gerek. Biz bu kahramanı lisans 1. sınıfta öğrendik. Bu yazıyı da bize bu kahramanı dersinde anlatan Vâris Abdurrahman Çakan hocamın kaynakçada belirttiğim kitabından beslenerek yazacağım. Şırak’ın biraz karanlıkta kalması hem tarihin epey eski bir safhasında olmasından hem de biraz bizim tembelliğimizden kaynaklı. Evet yine bizi iğneleyecek bir şey buldum.
Şırak’ı anlatmadan önce dönem içerisindeki siyasi koşullara bir göz atmamız Şırak’ın kahramanlığını daha doğru ifade edilmesini ve kavranmasını sağlayacaktır. Zira tarih siyakat ve sibakat ile daha da pekişir.
Türk Devleti ve Çağın Durumu
Tarihin en eski safhalarında, M.Ö.512-486 yıllarında Turan ülkesi olan Saka İmparatorluğu, o dönem birçok padişahlığı olan İran orduları ile amansız savaşlara giriyor. Alp Er Tonga, Kabil Padişahı Zal ve onun oğlu Rüstem’le çarpışıyor. İran ve Turan arasındaki bu çarpışmalar devam ederken hükümdar Keykavus’un oğlu Siyavuş ile arası bozuluyor. Babası ile arası bozulan ve İran’da durmayan Siyavuş, Turan’a yani Alp Er Tonga’ya sığınıyor. Alp Er Tonga onu kabul edip Saka beginin kızı ile evlendiriyor ve bu evlilikten Keyhüsrev adında bir çocuk dünyaya geliyor. Bu çocuk Turan ilinde büyüyor.
Türklerin yetiştirdiği bu İran veliahttı elbette taht hakkına sahip. Tarih taht kavgaları ve taht için edilen ihanetlerle doludur. Keyhüsrev’de İranlılar tarafından kaçırılıp İran hükümdarı yapılıyor. Keyhüsrev tahta geçtikten sonra Turan ilinin üzerine gitmekte gecikmiyor.
Keyhüsrev, İran soylusu ve babası Turan’a sığınmış biri. Sığınmacı veya esir bile diyebiliriz ki nihayetinde İran hükümdarlığının babasının da kendisinin de hakkı olduğunu biliyor. Kaynaklarda geçmese de bir yorum olarak eklemek isterim ki Keyhüsrev gibi düşman ilde doğan ve büyüyen veliahtlar düşmanlığını diri tutarak büyütülürler. Bunun Türklerdeki karşılığı ise Yüe-chlere babası Tümen Tanrıkutu(Teoman) tarafından bir sulh anlaşması sonucu verilen Batur Tanrıkutu’dur(Mete Han). Nitekim o da kaçıp veliahtlıktan azledilmesine rağmen babasına ihtilal yaparak Hun İmparatorluğu tahtına oturmuş ve Tanrıkut olmuştur.
Keyhüsrev’le birçok savaşa giren ve artık yaşlanarak gücünü kaybeden Alp Er Tonga, tek başına dağda yaşamaya başlar. İranlılar artık zayıflayan büyük liderin canını almadan peşini bırakmaz. Nihayet tek başına yaşadığı yerde ölümünden hemen önce dahi İran orduları ile yiğitçe çarpışan Alp Er Tonga arkasında büyük bir destan bırakarak uçmağa varır.
Alp Er Tonga’nın Ölümü Sonrası
Alp Er Tonga öldükten sonra Turan ili zayıflar ve dağılır. Alp Er Tonga’nın torunu Tomris Katun, Keyhüsrev’i bir savaşta büyük bir yenilgiye uğratsa da istikrarsızlık devam eder.
Türkler çok güçlü devlet ve teşkilatlanma yeteneklerinin yanı sıra töre ve gelenekleri koruyabilseler de kurum ve devleti koruyamazlar. Çünkü lider devletleri kurarlar. İşte tam olarak bu durum Türklere 16 devlet kurdurtmuş ve yıktırtmıştır. Savaşçı ve teşkilatçı yapıları lider temelli olması hasebi ile Türk devletlerinin en ihtişamlı dönemleri büyük hükümdarlar ile anılır. O dönemde dünyada böyledir. Ancak Türkler çağdaşları arasında liderine en bağlı milletlerden biridir. İlteriş olmadığında ise ilk fırsatta birbirleri ile savaşmaktan esas düşmanlarına yenik düşerler.
Selçuklu’da ve Osmanlı’da kısmen devlet kurumu korunsa da bu sefer harem içerisindeki sultan ve şehzadelerin birbirleri ile mücadeleleri, daha sonrasında özellikle 18. yüzyılda iyice çürüyen yapı, bir reform ile Osmanlı Devlet kurumunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne dönüştürmüştür.
ŞIRAK
Savaş yalnız iyi silahlar ve çok cephane ile kazanılmaz. Bunu dünyaya Türkler öğretti. Türkler tarih sahnesine çıktığı andan beri hep kendinden kat ve kat daha kalabalık ordulara kafa tuttu ve galip geldi. Savaşın ağır silahlarla ve kalabalık ordularla değil; yiğit komutanlarla ve zeka ile olacağını bütün dünya Türk erlerinden öğrendi.
Dandanakan Savaşında Tuğrul ve Çağrı Begler 100 bin askerlik orduyu 36 bin asker ile mağlup etti ve Gazneli Sultan Mesud canını zor kurtardı. Malazgirt’te 200 bin askeri olan Bizans’ı mağlup eden Alparslan’ın emrinde 50 bin asker vardı. Çirmen Muharebesi’nde 70 bin asker karşısında yalnızca 800 Türk eri vardı ve muharebe Türklerin galibiyeti ile sonuçlandı.
Harp Türk’ün en büyük sanatlarından biri idi ve kendinden sayıca üstün orduları yenen komutanların hepsinden önce Şırak tek başına İran ordusunu mağlup etti.
Şırak’ın yaşadığı dönem, bahsettiğimiz gibi Alp Er Tonga’nın ölümü sonrası dağılan ve güç kaybeden bir dönemdi ve durmadan üzerlerine gelen İran ordularına karşı toprak kaybeden Saka İmparatorluğu dirlik mücadelesi veriyordu. Ardı ardına olan çetin savaşlar ve kaybedilen topraklar Sakaları iyice zayıflatmıştı. Halk da ordu ile beraber savaşa katılmıştı.
Şırak, İranlı 1. Dairus’un ordusunu tek başına ortadan kaldırdı. Şırak ve bu destansı olay Yunanlı Tarihçi Polywin’in Askeri Hileler isimli eserinde de yer almaktadır.
Şırak’ın Galibiyeti
Savaş sürerken Saka lideri kurmayları ile birlikte karargah çadırında durum değerlendirmesi yapıyor ve galibiyet yolları arıyorlarken ahvalin ne kadar kötü olduğunu görürler. Tam bu sırada Şırak çadıra girmek ister. Kabul edilir ve içeriye alındıktan sonra niye geldiği sorulur. Şırak, at çobanı olduğunu ve eğer çocukları ile torunlarının geçimlerinin sağlanacağı sözü verilirse İran ordusunu tek başına yok edeceğini ve vatanını bu zor durumdan kurtarabileceğini söyler.
Şırak’a bunun sözü verilince çadırın içinde hançerini çıkarır. Kendi kulaklarını ve burnunu keser. Karnını da bir kaç kez bıçaklar ve çadırdan kanlar içerisinde çıkartılır. Düşmana ulaşabileceği bir mevkide bırakılır.
Şırak’ın yaptığı Saka töresinde ihanetin cezasıdır. Düşman askerleri ile karşılaşınca çok kötü bir halde iken Dairus’un yanına gitmek istediğini söyler. Askerler onu o halde görünce istediğini yapar. Dairus’un huzuruna bu halde çıkıp ona “Sakalardan geldim. Sizin çok güçlü ve yenilmez olduğunuzu söyledim. Geri çekilmeyi ve teslim olmayı tavsiye ettim. Beni bu hale getirdiler. Sizin ne kadar büyük bir hükümdar olduğunuzu söylediğim için hain ilan edildim ve canımı zor kurtardım.” der. Darius Saka töresini bildiği ve gerçekten töreye göre kulakları ve burnunun kesildiğini gördüğü için ona inanır. Ne istediğini sorar. Şırak Sakaların çok zor durumda olduğunu, toplu olarak onun ulaşamayacağı bir yere göçeceğini ve o yeri bildiğini söyler. Eğer kendisini takip ederlerse onları kısa yoldan oraya götürebileceğini ve Sakaları orda kolaylıkla mağlup edebileceğini söyler. Savaştan artık ordusu yorulan Darius bu teklifi çok cazip bulur ve kabul eder.
Yedi gün gerektiğini söyleyen Şırak dinlenir ve hazırlık yapılır. Darius, Renasibet adlı komutanını ordunun başına geçirir ve sefere çıkarlar. İkinci gün çölün havası değişir güneş kavurmaya başlar. Bitkiler azalır. Üçüncü ve beşinci günler derken durum iyice kötüye gider. Askerlerin yanlarındaki su biter. Şırak az kaldı diyerek Komutan Renasibet’i oyalarken çıkılmaz çöle girilir ve atlar da susuzluktan telef olmaya, askerler bir bir ölmeye başlar.
Komutan yedinci günde kandırıldığını anlar ve “Senin bizi soktuğun çölde atların ayakları ve kuşların kanatları yanıyor, sen bizi kandırdın.” diye hiddetlenir. Galibiyetin gururu ile Şırak “Koca İran ordusunu tek başıma yendim. Sizi kandırdım ve canımdan çok sevdiğim milletimi felaketten kurtardım. Buradan nereye giderseniz gidin yedi günlük mesafeniz var ve kurtulmak imkansız. Vatan ve millet sağ olsun.” Bunları duyan Renasibet kılıcını çeker ve Şırak’ın boynuna savurur. Şırak milletini kurtarmanın mutluluğu ile oracıkta ölür ve uçmağa varır…
Türk tarihi hakiki kahramanlarla doludur ve bunların hepsi milletleri için kendi can ve ikballerinden vazgeçer. Siyasette, yönetimde kim ve ne olursa olsun Türk milleti budur. Bu insanlar ise Türk devleti ve milletinin asıl unsurları teminatıdır.
Ruhun Şad Olsun Şırak
Gökhun Aydın
KAYNAKÇA
Çakan Varis, Orta Asya Türk Tarihine Giriş Cilt 1 İslam’a Kadar, A Kitap Binyıl Yayınevi, 2015, Ankara
İlk yorum yapan siz olun