1973’ten bu yana devletin içerisindeki bu meslek grubundan ekmek yiyen ailemde ve onlar vasıtası ile tanıdığım bir çok polis dolayısıyla 19 yaşımda polislik adına bir yazı yazma haddini kendimde buldum. Bu biraz öz eleştiri, biraz serzeniş, biraz da artık görünmesi gereken noktaları açığa vuracak bir yazı olacak. Baştan söyleyeyim, polis gibi de yaşayabilmiş bir sivil olmam müsebbibiyle bu yazımın tarafsız olacağını düşünüyorum.
Kimler Polis Olur
Bu sorunun en basit ve kısa cevabı gariban Anadolu çocuğudur. Polislik mesleğine sahip gördüğüm kişilerin (-ki kendimi 8-9 yaşlarımda bildim desek, 10-11 sene içerisinde bir çok il ve ilçede görevleri esnasında tanıştığım azımsanmayacak bir sayı.) bir kısmı ya iyi bir üniversite kazanmış, babası “Oğlum oku” demesine rağmen satılacak ceketin dahi kalmamasından dolayı vicdani olarak ailesini yükten kurtarmak ve hatta yüküne omuz vermek için içindeki üniversite okuma ukdesini de yanına alarak polis okuluna gitmiş kişiler.
Bir kısmı ise “ben okuyacağım” diyerek feleğe savaş açmış, felekle olan azılı mücadelesini yine ailesinin maddi zorlukları yüzünden tam kazanmak üzere iken okulunun bitimine yakın polis okuluna gitmiştir. Şimdi diyeceksiniz ki “yahu bu polis okulu yoldan geçeni alıyor mu da bu insanlar okul bırakıp giriyor?” Bu sorunun cevabı şu: ne kadar okumak istese de bu gençler üniversite öncesinde olduğu gibi üniversite devam ederken de polislik, astsubaylık, uzman çavuşluk gibi mesleklerin sınavlarına ve mülakatlarına her sene aksatmadan giriyorlar. Maksat biraz vicdan rahatlatmak biraz da ya olursa diye işte.
Geldik son kısma ki benim yüreğimi en çok burkan kısımda budur. Bu kısım polisler bir önceki gibi üniversite okumak için feleğe açtığı savaşı sadece lisans süresince değil, yüksek lisans ve belki doktoraya kadar devam ettirtmiş, ancak yine kahpe feleğin galip gelmesi ile “artık cebime para girsin” düşüncesinin sardığı zorluklarında yine ailesini yükten kurtarmak için mesleğe giren kısım.
Ve söylemem gerek ki, genel sanının aksine emniyet teşkilatında okumamış değil, bilakis çok fazla okumuş adam var. Hele ki son dönemde yüksek lisansa başlamış ya da bitirmiş, doktoraya başlamış, İsminin önünde “Dr. Polis Memuru” yazan o kadar kişi var ki, bence emniyet isterse tam teşekkürlü bir kaç fakültesi ve bölümü olan bir üniversite bile açabilir.
Kısacası polis demek sahibi olmayan ve tamamına yakını kurtuluş savaşında iki çift çorabının bir çiftini askere veren ailelerin çocuklarından oluşan bir meslek grubudur. Eski Polis Akademisi mezunları da dahil olmak üzere. Aynı Harp Okulu, jandarma ve askeriye gibi.
Meslek İçi
Polis olundu, ya sonra? Öncelikle emniyet teşkilatının muntazam bir yapısı mevcut. Kendi içerisinde her işi çözebilecek ve çaldığı maya ile yoğrulan memurların kendine ait yahut teşkilatın edindirdiği yetenekleri en verimli şekilde kullanabiliyor. Her kalabalık insan topluluklarında olduğu gibi düzeltilememiş ve asla da düzeltilemeyecek sorunlar elbette var. Meslek içinden birine sorsanız “bu teşkilat düzelmez” der. Ancak dediğim gibi, bir sivil olarak bakıyorum konuya.
Mesela: bir iş mi yapılması gerekiyor, derhal hevesli kişiler tespit edilir ve seçilir. O işi bilip bilmemesi önemli değildir, çünkü; bu hevesli arkadaşa o işi yapması için tüm ayrıcalıklar ve eğitimler hiç vakit kaybetmeksizin verilir. Sertifikalar için kurslara gönderilir ve hatta emniyet bünyesinde kurslar açılır. Bütün bu resmî eğitim sürecinin yanında işin asıl öğrenilmesi ise usta çırak mantığı ile gerçekleştirilir. O işi evvelden beri yapan sicilli (-sicilliden kastımız eskidir. Emniyet içesindeki tüm intizam devrecilik denen kıdem usulüne göre işler. Kıdem yani tecrübe öyledir ki rütbeyi dahi kestiği olur.) polisçe işe yeni aday olan polise gösterilir, yapmaya başlaması sağlanır. Yapamaması durumunda sorarsa eğer önce cevap verilmez ve kendisinin öğrenmesi beklenir. Yine sormaya devam ederse az bir bilgi ile yine kendinin çözmesine olanak tanınır. Çünkü emniyetin zihniyetine göre öğrenme ve gelişme tamamen kişinin kendisinin yapması gereken, kendisinin yapması durumunda asla unutulmayacağı yönündedir. Ve çoğunlukla bu sistem çalışır.
Bu saymış olduğum yöntemlerle sivil birinin 4 sene lisans eğimi ile ancak öğrenip yarım yamalak yapabileceği İş 2 hafta gibi bir öğrenim sürecinden sonra tam anlamı ile yapılıp ortaya konulur. Öyle ki el becerisinin bu kadar anlamsız hale getirilmediği, her şeyin diploma denen anlamsız kağıt parçasına bağlanmadığı dönemlerde, meslek içerisinde edindiği yeteneklerle emekliliğinde para kazanan, hatta ve hatta istifa edip yine polisken kazandığı becerilerle ekmek yiyen dahi olmuştur.
Özetle emniyetin bir iş kavrayıp tam anlamıyla gerçekleştirilmesi iki memur bir emre bakar.
İç Serzeniş
Biraz da acı gerçeklerden bahsedelim.
Öncelikle bu meslekte diğer mesleklerin aksine rütbe arttıkça dert azalmaz. Rütbe yükseldikçe dert artışı da öyle birer birer değil, onar onar olur. Bu meslekte düz memur en rahatıdır. Üste çıktıkça bir üsttekinin baskısını daha çok hisseder ve stres seviyesinin arttığını görürsün. Örneğin bir komiser yardımcısı üstündeki emniyet amiri ve müdüründen emir alır, bu emirlerin çoğu üslubunca gergindir. Çünkü yapılan iş ekseriyetle hassasiyet gerektiren ve üste çıktıkça emniyet genel müdürü, vali, belki bakana kadar varabilen işlerdir. Dolayısı ile stres en üst seviyededir bu meslekte. Meslek içinde bu durumun esprisi ise “emekli polis çok yaşamaz” gibi söylemlerle yankılanır. Haklılık payı şuradadır: günlerce, haftalarca uyumadan pür dikkat ve pür stresle çalışan, çoluğuna çocuğuna hasret kalır. Kendini sadece görevine adamış birinin görevi kalmayınca bütün bu çekilen dert ve elemin yarattığı sağlık sorunları birden su yüzüne çıkar. Açıkçası hiç görmedim emekliliğinde hastaneden kurtulabilen polis. Genellikle bu bilindiği için emeklilik de yatarak değil, çalışarak geçer zaten
Dış Serzeniş
Dışarıdan gelen sıkıntılar ise başlı başına birer elem şelalesidir. Öncelikle suç işleyen, kamu düzenini bozan herkes birinin bir şeyidir. Ya vekil tanır, ya savcı, ya belediye başkanı. Eskiden böyle değildi elbet ama ne hikmetse son dönemlerde herkes kendini polisten üstün görür ve yetkilerinin kendisi dışında olduğunu sanır. Kendisine uygulanmaya çalışıldığında ise hiç çekinmeden hakaret edebilir, kana, onura dokunur şekilde sözler sarf edip, sicil isteyebilir. Polis artık yetkileri ışığında kaba kuvvete başvurduğunda ise senaryo hemen yazılır. Bildiğimiz masum vatandaş polis şiddeti filmi için yönetmen “motor” diye bağırır. Dedim ya polis sahipsizdir diye. Sahipsiz olan herkes gibi o da derdini anlatamaz ve mesleğinden bazen ise özgürlüğünden olur. Neye sebep? Kendini dünyanın merkezinde sanan ve iş ciddiye binince o burnu havada göğüsü dik horozdan eser kalmamış şekilde bin bir türlü yalan ve şahitle mağduru oynayan densize sebep. İşin trajikomik yanı ise bu polisten sicil isteyen, hakaret eden arkadaşlar başlarına bir dert geldi mi de ilk polise sığınır ve yardım ister. İlk önce polise babalanıp, hakaret edip sonra polise geldiklerinde ise polisin kin gütmeksizin görevini yerine getirdiğine de çok rastladım.
Kısacası polis halkın gözünde siyasi sebeplerden ve hedef göstermelerden dolayı hiçte iyi bir durumda değildir. Bu durum görevini yerine getirmesine mani olan polise yine niye görevini yapmadın diye hesap soruş şeklinde geri döner. Böyle anlatınca Osmanlıdaki şamar oğlanı geldi aklıma…
1973’de başlayan ailemin polislik hikayesi sayesinde eski yeni kıyaslamasını da oldukça rahat yapabiliyorum. Nihayetinde itibarı elinden alınan polis görevini yapamaz. Polis bizzat devlet ve korkulan merhamet olmadığı sürece toplum düzenini bozan hiçbir ruh hastası tam anlamı ile yaptığının karşılığını alamaz.
Özetle: polisin tek görevinin ve düşünmesi gerekenin polislik olması memleket asayişi için oldukça elzemdir.
Latifeler
Tabi bir yılan hikayesine dönen ve bir türlü gerçekleşmeyen 3.600 ek göstergeden de söz etmeden polislik ile ilgili bu yazıyı bitirmek olmaz 🙂
Öncelikle söylemek isterim ki ek göstergenin yükselmesi zannedildiği üzere maaşa zam yapılması demek değildir. Hatta o kadar az fark eder ki, lafını etmek dahi kelime ziyanıdır. Ek göstergenin asıl meselesi emeklilikte.
Yani adamların derdi, emekli olunca hastaneye otobüsle değil de belki kendi arabamla giderim’den öte değil…
Gökhun Aydın
İlk yorum yapan siz olun