Günümüzde hayatımızda önemli bir yer tutan yönetim biçimlerinden en favorisi demokrasidir. Peki demokrasi yurttaşlara ne kadar özgürlük tanıyor ve seçim haklarını gerçekten yurttaşın iradesine mi bırakıyor? Arama çubuğuna ‘demokrasi’ yazıp arattığımızda karşımıza çıkan ilk tanım vikipedi tanımıdır. “Demokrasi, dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir.” (Wikipedi) tanımıdır. Acaba gerçekten devlet politikasını oy kullanarak şekillendirebiliyor muyuz? Eğer öyleyse, bu politikaları şekillendirmede gerçekten eşit haklara sahip miyiz? Yoksa, demokrasi bizi en derin ve kapitalist pembesi uykulara daldıran eski bir ninni mi? Altında hangi gelenek ve düşünceler yatıyor? Bu soruların cevaplarını bulmak için Alexis De Tocqueville’in Demokratik Zorbalık isimli kitabını inceleyeceğim. Tocqueville kitabında demokrasiyi, eşitlik ve özgürlük bağlamlarında inceliyor. Kitap, Fransız İhtilali henüz gerçekleşmiş ve etkilerini canlı bir şekilde sürdürürken, 1848 yılında Fransa’da yayımlanmıştır. Bu yüzden kitapta burjuva, derebeylik kavramlarına sıkça rastlanmaktadır.
Demokrasiyi öğretmenlerimiz bize yıllarca ‘Halkın kendi kendisini yönetmesi.’ olarak anlattı. Bunun düzeltilmesi gereken bir kolay öğretmen tanımı olduğunu düşünüyorum. Çünkü adeta demokrasi, halkın kendi kendisini değil halkın seçtiği temsilcinin halkı yönetmesidir. Bu yüzden seçen kişiler açısından seçim eşittir. Fakat seçimden sonra sağlanan şartlar ve ayrıcalıklar acaba seçen kişiler için eşitken, seçilen kişiler için de eşit midir? Yoksa biz kendi kralımızı seçmekte özgürleştirildiğimizi sanıp, reklamlarla manipüle mi edildik? Demokrasi, pratikte varlığını sürdürmek adına bu kompleks sorulardan hoşlanmaz. Karmaşıklık ve belirsizlik insan zihninin de kolayca kabullenebildiği bir durum değildir. Yaşamı kolaylaştırmak adına önce simyayı sonra da kimyayı kullandık. Tocqueville de demokrasinin insanın zihninde basit yönergelerle anlaşılabilir olmasından ötürü insanlar tarafından çabucak ve fanatik bir şekilde kabul gördüğünden şu sözlerle bahsediyor:
“Zaten demokratik halkların zihni, felsefede ve dinde olduğu gibi siyasette de basit ve genel fikirleri severek benimser. Karmaşık sistemler onu iter ve tüm yurttaşlarının tek bir tipte benzediği ve tek bir iktidarca yönetildiği büyük bir ulus hayalinden hoşlanır.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 11) Tam da bu yüzden demokrasi birbirinden farklı kültürü, dili, dini, teamülleri ve sosyoekonomik koşulları olan toplumlara aynı yasaları ve ideolojileri dayatmaktadır. Buradan ‘küreselleşme’ kavramını tartışabiliriz ve hatta küreselleşme kavramını, kapitalizmin peşinden adeta turşu tenekeleri gibi sürüklediği ve bu tenekelerin çıkardığı tantananın kulağımızı tırmaladığından bahsedebiliriz. Dolayısıyla bireyselliğin ve özgün olmanın, demokrasinin ilgi alanına girmediğini söyleyebiliriz çünkü demokrasi, basit ve genel olan ile yani bireyi genele uyarladığımızda toplum ve toplumlarla ilgilenir. Terminolojik anlamı itibarıyla da tekil olanın giderek yalnızlaştığı, sesini çoğunluğun arasında duyuramadığı bir yönetim biçiminin ortasında buluruz kendimizi.
Çoğunluğun aklının, azınlığın aklından daha üstün tutulduğu; kurunun yanında yaşın da yandığıdır ve fakat neden sonra dönüp çoğunluk ile azınlığın farklılıklarını bir kenara bırakıp benzerliklerine baktığımızda, azınlığın da çoğunluğu maalesef sadece farklı bir kral hayal ediyor. “Dolayısıyla günümüzde insanlar hiç de sanıldığı kadar bölünmüş değiller: egemenliğin hangi ellere teslim edileceği hakkında sürekli çatışıyorlar ancak bu egemenliğin hakları ve ödevleri üzerinde kolayca anlaşabiliyorlar. Hepsi de hükümeti tek, basit, ulvi ve yaratıcı bir iktidar imgesiyle tasavvur ediyor.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 14) Belki de demokrasinin bize yaptığı en büyük kötülüklerden biri, düşünce alanımızı sınırlandırmaktır. Bir diğeri de bir günü 24 saatten 12 saate düşürmesidir. Kendi içimize kapanmaya ve toplum olarak anksiyete krizlerine tutulmamıza, demokratik yaşam içerisindeki beklenti ve isteklerimizin imkansızlığı sebep oluyor.
Tüm bu topluma değer veren yönetim biçiminin içinde birey, kendi içine döner ve kendisinin yeterliliklerini daha fazla düşünmeye başlar çünkü ona göre onun fikirleri ve davranışları biriciktir. Kendisinden daha akıllı birinin olacağını dahi kabullenemez çünkü terminolojide hayatı ‘eşitlik’ ilkesine göre sürmektedir. Eşitlik de bu düşüncelerin yetişmesini isteyen bir çiftçi gibi adeta tohumunu zihin toprağına eker ve onu demokrasiyle sulamaktan da çekinmez. Zira demokratik toplumlarda, kapitalizm ve küreselleşmenin de etkisiyle tek tiplik önemli bir yer tutar. Çünkü “Tüm insanları ayrımsız olarak aynı kurala tabi tutmak yerine insanına göre kural koyacak olsaydı uğraşmak durumunda kalacağı sonsuz ayrıntıya kafa yormaktan tek tiplik sayesinde kurtulmuş olurdu.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 18) Bu tek tiplik beraberinde halk (tabii ki çoğunluk) neyi severse, hükümet de onu sever. Halk, ortak ilgiler açısından kendisiyle aynı noktada buluşan hükümetin ufak- tefek (!) hatalarını da görmezden gelecektir.
Bütün hatalar, apaçık yanlış haline geldiğinde bile fanatik halk, hükümete olan güvenini nadiren sorgular. Ve ona sırtını dönmesi de uzun bir zaman alır. Ancak ona geri dönmesi için sadece çağırılması yeterlidir. Bu durumda hükümet, hayatta nadiren denk geldiğimiz ve aynı zevklere sahip olduğumuz yakın arkadaşlarımıza benzer. Evet onlar hata yaptığında kırılırız, üzülürüz. Ancak o kişiler olmadan az bir zaman geçirmemiz, onlara özlemle geri dönmemiz için yeterlidir. İnsan, sadece bir telefon konuşmasıyla bile eski günlere dönmeye çabucak ikna olur. Bu elbette bir genelleme, bireysel olarak bu gibi durumlarda farklılıkların olması mümkündür. Bu konu hakkında tüm yükü eşitlik ilkesinin omuzlarına yüklemek de elbette haksızlık olur. Her şey ölçülü bir biçimde kullanıldığında işlevseldir. Toplumu ve bireyleri suistimal eden başka bir durum ise cahilliğin çoğunluğu ve artış seviyesidir. Bireyler arasındaki sığalar değişiklik gösterebilirken, bu sığaların ortalama çoğunluğu ise tüm vatandaşların kaderini belirlemektedir.
Çoğunluk sığası hasebiyle demokrasi, merkezi iktidar tarafından çeşitli zaruri olarak gösterilen sebepler beraberinde kuvvetler birliğinin tek bir kişi/parti/topluluk tarafından kendisinde toplanmasıyla suistimal edilmeye başlanacaktır. Bu zaruri sebeplerin gösterilmesiyle birlikte halk, daha çabuk ve kolayca, güçlerini tekele devretmeye ikna olacaktır. “Dolayısıyla halklar merkezî iktidarın ayrıcalıklarını artırma arzusunu ve sıklıkla da gereğini, esasen savaş sırasında duyarlar.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 23) Halk, kendi ilgisine yakın ve benzer ilgileri olan iktidarla daha çabuk bağ kuracaktır. Bununla birlikte halkları, suistimale açık hale getiren bir durum daha vardır. İktidar/hükümet halkına ne kadar benzerse halk, hükümeti o kadar kolay kabul eder. Hükümetin dayatmalarını da o kadar kolay içselleştirir. Halka inmek olarak bahsettiğimiz durum en çok demokratik yönetimlerde ve toplumlarda işe yarar. Ve hükümetin, halkı suistimal eylemini kolaylaştırır.
“Demokratik toplumlarda egemen ne kadar aristokrasiden uzak olursa merkezileşme daima o kadar güçlü olacaktır: işte bu işin kuralı budur.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 25)
Suistimaller sadece düşünsel olarak gerçekleşmiyor elbette. Tüm bunların materyale dönüşmesi gerektiğini düşündüren o şey… Şey var ya şey… Evet, doğru bildiniz. Para! Paranın ve paralarımızın da hükümetin tekelinde oluşu bizi başka ve aslında istemeyeceğimiz sonuçlara sürüklemektedir. Vatandaşlar günümüzde birikimlerini tasarruf yolu ile oluşturmaya çalışmaktadır ve bu birikimlerini banka vb. kurumlara yönlendirmektedir. Milyonlarca kişinin tasarrufunu hükümet ve hükümet ile yasa yoluyla bağdaşıklık kuran kurumlara yöneltmiş olması, paranın tekelde bulunması hükmünü ortaya koymaktadır. Zenginlerin borçlusu olan hükümet, zengin olmayanların küçük sermayelerini de elinde borçlandırma usulü ile toplamıştır. Dolayısıyla zengin- fakir fark etmeksizin halkın parasını ve kaynaklarını dilediğince kullanır. Ülkenin varlıkları devamlı olarak onun kesesine dolmaktadır. Vatandaşlar devlete/hükümete olan güven dahilinde paralarını onun eline vermekten geri durmazlar.
“Bir yandan refah eğilimi sürekli artarken hükümet de giderek tüm refah kaynaklarını ele geçirir. Dolayısıyla insanlar iki farklı yoldan köleliğe doğru ilerlerler. Kendi rahatlarına düşkün olmaları onları hükümet işlerine bulaşmaktan alıkoyarken refaha düşkünlükleri de onları yönetenlere giderek daha bağımlı kılar.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 31) Bu tekele direnme gücünü, topluma önem veren demokratik yönetimlerde bireysel olarak sağlamak çok zordur. Topluluklar oluşturup bir araya gelmek, tüm bu baskıya direnmek ve farklılıkların oluşmasını sağlamak, direniş gücünün oluşmasını ve bu direnişin sürdürülebilirliğini mümkün kılacaktır. Merkezi yönetim; bu toplulukları, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını bünyesinde ve bilgisi dahilinde bulundurmayı isteyecektir.
“Eğer egemen bir kez olsun her türden birliğe ancak bazı koşullarda izin vermeye yönelik genel bir hak elde ederse, devamında bu birliklerin dayatılan kurallardan sapmaması için üzerlerinde denetim ve yönetim hakkı iddia etmekte gecikmeyecektir. Böylece de devlet birlik oluşturmamak niyetindeki herkesi kendine bağımlı kılacaktır. Ardından, oluşmuş birlikleri de yani günümüzde yaşayan hemen herkesi kendine bağlamış olacaktır.” (Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, 2021, syf. 37)
Saiklerini ve sonuçlarını kendisi yaratan devlet bu kısır döngü içerisinde, özgürlük kisvesi altında demokrasiyi bir araç olarak kullanıp yurttaşlarını tekele alıştırma, refah seviyesini arttırır gibi gösterip bağımlı hale getirme ve modern köleleştirme eylemlerini yurttaşın normali haline getirir. Kendi arzu ve beklentilerini gerçekleştirmek için kurallarına uyarak yaşayan yurttaşları da pohpohlamayı unutmazlar. Elçileri ile onlara kendilerini, fazıl insan statüsünde hissettirecek söylemlerde ve pozitif ayrımcılık içeren davranışlarda bulunurlar.
Ortak ilgilerin olduğu topluluğun içinde kişi kendini çok aktif ve cesur hisseder. Ancak bireysel yaşamına dair düşünme eylemi zamanının az bir kısmını kaplayacaktır. Dolayısıyla birey, kendisine dönüşünü içeren yaşamını uzlet içinde sürdürmeye meyilli olacaktır. Yaşamın nüvesi, kendini bulmak ve gerçekleştirmekle ilişkili olmalıdır. Fakat demokrasi etkisi altındaki birey, kendini gerçekleştiremeden topluma kendisini açmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda birey, kendisini güvensiz bir ortamda bulur. Bu durumlar bireysel bağlamda bireyin özüne doğru olan uzanışına halel getirmektedir. Kendine erişemeyen bireyler, zamanla çoğunluğa benzerler ve yine istenen tek tiplik oluşur. Bize iyi geldiğini sandığımız şeylerin her zaman karanlık ve kötücül bir tarafı olduğunu bilerek yaşamalıyız. Bu bize daha gerçekçi bir bakış açısı kazandıracaktır ve kaybettiklerimizin ardından üzülmemizin şiddetini azaltacaktır. Çünkü körü körüne bağlılığın oluşmasını en başından engelleyecektir.
Normatif robotik bireyler olmaya direnip, özümüze dönüp, o özde özgürlüğün tohumlarını yeşertmekle kendimize erişecek, kendimizi gerçekleştirecek ve başka varlık ya da mesellerin özünde karanlığın da olacağını bilmek bizi bir çocuğun ilk kez içtiği acı şurubun tadı sebebiyle yaşadığı hayal kırıklığından ve bunun ardından ağlayıp o tadı su içerek bastırmaya çalışması eyleminden kurtaracaktır.
Beyza Bala
KAYNAKÇA
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Demokrasi
- Alexis De Tocqueville, Demokratik Zorbalık, Can Yayınları, Çeviri: Ebru Erbaş, 2021.
İlk yorum yapan siz olun