Giriş
Toplumsal yaşamın ortaya çıkışına paralel olarak kendisini gösteren ve siyasal alanda tartışmaların merkezine oturan iktidar olgusu, siyaset felsefesi ve siyaset sosyolojisinin temel çalışma alanlarından birisi olmuştur. İktidarın tanımı kadar iktidarın kaynağına ilişkin tartışmalar, uzun süredir yürütülmekte ve pek çok disiplin tarafından değişik açılardan ele alınmaktadır. Özellikle toplumsal değişim süreçlerine ve toplumsal farklılıklara paralel olarak ortaya çıkan farklı iktidar olgusu, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiye ilişkin tartışmaları da çeşitlendirmektedir.
Her dönem güncelliğini koruyan iktidar kavramı, akademik, siyasal ve toplumsal çok sayıda tartışmanın ve çalışmanın konusunu oluşturmuştur. Siyasal açıdan iktidar kavramı, genel olarak güç, otorite ve kontrol gibi kavramlarla bir arada düşünülmektedir. Hangi toplumsal ve siyasal sistem açısından değerlendirilse değerlendirilsin, farklı biçim ve derecelerde, iktidarın güç ve otorite üzerine kurulduğu görülmektedir. Buna göre her toplumsal yapı, kendi otorite pratiklerini, kontrol mekanizmalarını ve baskı dinamiklerini yaratmakta ve sürdürmektedir. Yöneten ve yönetilen ayrımının olduğu her toplum, bir anlamda kendi iktidarını şekillendirmekte ve bireyler bu iktidara boyun eğmektedir. Bu açıdan bakıldığında, en demokratik toplumlarda bile, bir kontrol mekanizmasının varlığından söz etmek mümkündür (Biber,2014:29).
Tüm iktidar tanımları içinde en iyi bilineni, Max “Weber’in “The Distribution of Power within the Political Community: Class, Status, Party” adlı makalesinde yaptığı tanımdır. Weber, iktidarı tabakalaşmanın temel kavramı olarak görüyordu ve “sınıf, “statü ile parti onun üç ayrı (bazen ilişkili) boyutuydu. Kabaca açıklarsak, sınıflar, ekonomik iktidarın bölüşümünün (Weber’in terimiyle, piyasa ilişkilerinin) sonucu; statü, normatif bakımdan tanımlanmış bir çeşit toplumsal iktidar; partiler ise, siyasal alanda aktif bir şekilde çeşitli hedeflerin peşinde olan gruplardı. Weber’e göre, iktidar genel anlamda, kişilerin ya da grupların, başkaları karşı çıktığında bile kendi istedikleri şeyleri gerçekleştirebilecek olmalarıdır. Yani, iktidar toplumsal bir ilişkidir. Dolayısıyla Weber, iktidarın farklılaşmış biçimde bölüşümünün, “yaşam şanslarının da farklılaşmış biçimde bölüşüldüğü bir duruma yol açtığını; yani, iktisadi, toplumsal ve siyasal kaynakları elde etme becerisinin eşit olmayan bir şekilde bölüştürüldüğünü öngörmektedir (Marshall,2005).
İktidar ve Otorite Ayrımı Üzerine: Dikey Kabullendirme ve Yayılımsal Hegemonya
Sosyolojide sıkça karşımıza çıkan iktidar ve otorite kavramları, çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılır. İktidar ve Otoritenin ayrımından bahsetmek gereklidir söz konusu bu ayrım, batı dillerinde kullanımından dolayı Türkçe’ye geçtiğinde garip bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu bölümde, iktidar ve otorite ayrımını göstereceğim. Ardından, toplumsal ilişkiler alanında kurulan, söz sahibi olan ve düzenleyen kişiler hakkında iktidar ve otorite teriminin açıklamasını yapacağım.
İktidarın eylemi olan otorite, eyleminin öznesi olarak harekete geçirilen otoritenin varlığı bir ayrıma sahiptir. Söz konusu, Türkçe dil bakımından kavramların ayrımı ve tekilleşmesinde bize yardımcı olmaktadır. Bu ayrımı ilk defa kuvvetli bir biçimde Schopenheuer okurken fark etmiştim, İrade ve İsteme kelimeleri Almancada der wille olarak geçmekteydi, söz konusu istemek ile irade arasında fark olduğunu anlamıştım. Felsefede diğer okumalarımda özellikle potentia(lat.) Spinoza’da güç olarak geçmekteydi, güç ve iktidar kavramı hem doğa hem de insan dünyasını belirtmek için potentia/iktidar anlamında da kullanılıyordu. Keza Schopenhuer’dan yararlanan Nietzsche hakkında sunulan güç istenci meselesi belirli bir ayrımda değerlendirmiyor. Bütün bunları gördükten sonra, Kant’ın doğa ve kültür üzerine meydana getirdiği felsefi sistemini hatırladım, buna göre güç olgusu doğadaki haliyle potentia, power olmalıydı, fizikte güç uygulama olgusu vardır. İkincisi ise kültür dünyası denilen sınırda olan power, macht mutlaka bir ayrıma girmeliydi. Türkçe bu ayrım çok güzel bir şekilde yapmamızı sağlamaktadır. Türkçe’de doğada bir nesnenin bir nesneye uyguladığı hareket ve yönelim güç oluyor, kültür dünyasında insan, toplumsal ilişkiler ilave olarak kültür-doğa çatışmasında ise ilgili olan kelime iktidar olmuş oluyor. Otorite konusuna gelecek olursak, bu kelime bütün dillerde tam anlamıyla insan dünyası üzerine olmak zorundadır, Latincede auctoritas, İngilizcede the authority ve Almancada die Autorität. Sadece insan dünyasına ait olmak zorunda olan bu kelime, diğer dillerde değişime uğramayan ve doğa ile kültür ayrımında bulunmayan İktidar (potentia, power, macht) kelimesinden daha net bir biçimde konumlanmış oluyor.
İktidar olmak, geniş bir zaman-mekanda kültür dünyasında etkili olur, mekansal ayrıma ve toplumsal yapıya göre değil baskının türüne ve şiddetine göre değişir. Dolayısıyla iktidar olmak birey ile toplum ilişkisinde, toplumsal bir sorun hakkında olan anlaşmazlığa dayanabilir. Otorite ise, anlaşmazlıktan sonra çatışmanın sonucunda, iktidarın anlaşamadığı öteki yenilgiye uğratılarak ötekinin etki altına alması ile gerçekleşir. Kelimenin kökeninde olan auto (kendi kendine işleyen sürece göre mekanizması olan ilişkiler ve eylemler) iktidar olmuş kişinin ve kesimin, ötekine hükmederken kurduğu sistemdir. Buna göre, kurulan sistem verilmiş olan kurallar kazandırılır, uygulanmak zorunda olmak üzere tartışılmaksızın edinilen kurallar, hükmedilen kişinin mekanında ve toplumsal yapının etkin olduğu kamusal mekandaki bireylere uygulattırılır. Otorite, iktidarın kurduğu soyut kuralların mekanda aktive edilmesidir, gerekli aygıtlar mekanda inşa edilir, aygıtlar dizayn haline getirilerek, iktidarın mevcudiyeti aygıtların kurulumu ve dizaynın edimi iktidardaki fiziksel potansiyel ”gücün” korunması için iktidar otorite sayesinde toplumsal yapıda hareket noktası halinde konumlanır. Aygıtlar, araçlar ve dizaynlar iktidarın güç aldığı mekansal kurulumlar değil, sadece gücün korunması sağlayan ve devam ettiren gerekliliklerdir, çünkü iktidar olmak isteyen kesim, grup ve kişiler kendi iç dizaynlarında güçlerini kendilerinde alır, güçlerinin devamını toplumsal yapı ve mekansal kuruluma hüküm etmekle başarabilirler. Otorite olgusunun gerçekleşmesi pekiştirirsek, otoritenin yönetim ve bürokratik işleyişi, iktidar olan varlığın(gücün) olmasından sonra etkin hale geçmesidir. Otorite kelimesinin, kavram-nesne birliğini oluşturması iktidarın kurduğu araç, aygıt ve dizaynlar ile birlikte ortaya çıkar. İktidar güç değildir, gücünü kullanandır ötekine hüküm ederek güçlü olandır. Bununla birlikte otorite doğrudan iktidar olanla da gösterilemez. Dolayısıyla iktidar, etkin olabilmesi için öteki ile kendi arasında doğrudan/dikey hükmetme eylemini yapabilmek/muktedir için ”otorite” etkinliğini kurmak zorundadır, otorite olması öteki ile arasındaki etkileşim ve iletişim katmanı olarak meydana getirilir.
Burada bahsedilen, iktidar belirli halde kalmış ve bitmiş bir anlamda değildir. İktidar, hükmünü sürdürmek için mekansal ilişkileri yönlendirirken sınıf-cinsiyet-kimlik etkinliğini düzenler, mekansal göstergelerin (yapılan-yıkılan) yaratıcı yıkımını pekinleştiren eylemlerin bütününü otorite olmaya yönelerek yapmak zorundadır. İktidarlar seçim ve darbe yoluyla geldiği gibi dinsel, politik, ekonomik işleyişlere üstünlüğü ile hüküm edebilir, ancak eğer bu iktidar mekansal ilişkilerdeki göstergeleri ve toplum yapıda kurumlanmamış otorite kuramamışsa etkinliğini kaybeder. Buna göre, iktidarın varlığı mekansal ve toplumsal yapıda otorite olarak kendini göstermemişse, yani otorite olmaksızın sadece bir hükümet-başbakanlık ile gösterilen seçimde çoğunluğu kazanmış olarak gösterilen iktidar olur, haliyle bu sosyal bilimlerde eleştirilen ve kötümser bir kavram olarak sunulmuş İktidar kavramını yumuşatmış olur. Ancak bu tarz bir iktidar, bürokratik mantığı ve devletin yönetiminde Weber’in yasal-rasyonel otorite biçimine giren bir iktidara uygun bir ayrımdır.
Yasal-rasyonel olmaksızın bir devrimle başa gelmiş iktidardan bahsedersek, bu haliyle şu şekilde açımlanır. Otorite olmadan yapılan zorbalık, hüküm gücüne sahip devrimsel iktidar, mekanın oluşturulmuş gerçekliğini sağlayan toplumsal yapıya dikey kabullendirme ile öne çıkarsa, mekana yayılan bölümlerin, ayrımların ve ağların toplumsal yapısının neden ve nasıl örtüştüğünü anlayamaz. Dolayısıyla, eğer otoritenin önemi anlaşılmazsa, devrimsel anlamda olumsalcı iktidar için tersine dönen gerilemeye sebep olur. İktidarın hükümlendirmesi, toplumsal yapıyı sarmalayan zamansal akışa ve mekansal yayılımı sağlayan otorite ile gerçekleşmezse, kötücül veya olumsal olan iktidar, mekana-topluma doğrudan dikey kabullendirmede bulunur.
Türüne ve kökeni bakımından ayrıma sahip bir iktidar, otoritenin kullanımı tam manasıyla neye göre yapmaktadır, barışçıl bir toplum mu yoksa iktidar olmuş kesim, kişinin istencine göre mi? Barışçıl amaca yönelik iktidar topluma yönelik otoriteryen değil, belirli anlamda barış ve huzuru sağlamak isteyen toplumsal karmaşayı yaratabilecek kötü niyetli kişilere karşı aygıt ve araçlarını meydana getirmelidir. Otorite kullanımı bilindiği üzere daha çok baskı ve denetleme üzerinden bildirilen bir terim olarak anlaşılmaktadır. Oysa toplumsal yapıda her kültürel unsurun irrasyonel tarafları ve insanların (birey-birey) çatışmasında kötü niyetli kişilerin olabileceğinin unutulmaması elzemdir.
İktidarın kötücül, otoritenin baskıcı haliyle biçimlendiği görüşün kabulünü bilmek bir tavırdır. Analizimizde tavrımızı kabullendirilmiş kelimenin klişeleşmiş mantığına göre değil, iktidar ve otorite ayrımının ölçeğini ve etkisini saptanması gereklidir. Sanırım, buraya kadar Husserlian epokhe ile bakmak gerekiyor, haliyle kabullendirilmiş klişeden kaçınmış oluruz. Klişeye bağlı kalmak, gündelik ve ideolojik yargı üzerinden bir söylemde bulunmamıza neden olur.
İktidar kavramının hükümlendirme biçimi doğrudan dikey bir yönelimde olursa, topluma hakim olmak isteyen gerileyici ısrarcı iktidar ve sivil toplumsal sözleşmeye göre ilerleyici iktidar varlığını devam ettiremez. Dolayısıyla, toplum ilişkilerde kamusal özel mekana kadar yönelim ve kabullendiriciliği misyon edinen ısrarcı iktidarın düşüncesi, toplumsal yapıda ve mekansal düzenlemesini yapabilmesi için dikey olmayan yayılımsal olmak zorunda olduğunu bilmeliyiz, iktidar otoriteyi kullanmak için yayılımsal hegemonya haline gelmesi için otoritenin araçlarını oluşturan ve kullandıran devlet aygıtlarını kendine göre kanalize etmek zorundadır. İktidar, kötücül eylemine göre toplumsal ilişkilerde yarık meydana getirir. İktidar bağlamlar yoluyla hegemonik ilerleyişini sağlayarak otoritesini kurar. Teleolojik-politik anlamda toplumdaki mevcut dinsel hassasiyeti politik söylemlerin kurulumu; politik-ekonomi bağlamda ekonomik işlevleri düzenleyen ve işleyen düzeneği; sosyo-kültürel bağlamda mevcut toplumsal yapının kabullerine göre kurulan kodlamalar ve etiketlemelerin dizgesi, politik-sosyal kesimlerin ideolojik görüşüne dağılmış ve ayrılmış kabulleri. İktidar kendi gücüne yakın olan bağlamda, kendi ideolojisine yakın, dinsel söylemine uygun, ekonomik işleyişin kazanımın kuran ve kültürel kodlamaları meydana getiren kesimleri kendisine göre bağlar. Hegemonik otorite yayılımını belirli kesim üzerinde kurduktan sonra, otoritenin baskı modellemesini ve yönelimini iktidarın kendisinin karşısında olan kesimlere karşı yapılır. Ötekileştirilmiş, karşı ideoloji konumunda bulunan kesimler iktidarın seçtiği bağlamlarda kendisine uygun olmayan kesimler olarak yer alır. İktidar burada hangi ideoloji katmanında, politik gücü belirleyen, ekonomik işlevlerin bağlayıcısı ve askeri-disiplinsel aygıtları olursa olsun, hegemonik gücünü otoritenin edindirdiği bilgi-tanınma-hükmetme eylemleri ile pekiştirmiştir. Toplumu tanıma, mekanı düzenleme, aygıtları kurma, araçları dizayn edilmesi ile hegemonik yayılımsal otorite, toplumsal ayrımı derinleştirerek kutuplaştırma ve ayrıştırma ile toplumda kesimler yaratmıştır.
Sonuç olarak, iktidarın dil bilimsel kökeni bakımından, felsefe tarihinde farklı sistemlerde gözükmesi ve sosyal bilimlerde öne çıkması bağlamında, iktidar kelimesinin otorite ile arasındaki ayrımı gözetilmeksizin kullanılmasının karmaşa meydana getirildiği gösterilmiştir. Haliyle, iktidar olmak isteyen insanın, kesimin ve grubun etkin haliyle topluma hükmetmesi olacaksa bu onların, ideolojik sistemlerinde güçlü olmalarının hissedilmesi ile değil, kendi mevcudiyetlerini toplum-mekan süreçlerindeki aktarımlarında ilkin otorite olmalarında geçer. Otorite kurulmaksızın belirli bir yerde güçlü olan iktidar ideolojik istemlerini, henüz toplumu tanımaksızın ve mekanı üretme-tüketme (yaratım-yıkım) içerisinde bulunmadan yaparsa iktidar olamaz bu yüzden, otorite biçimine kendisini yerleştirmek zorundadır, aksi taktirde dikey kabullendirme olacaktır, kısa-sadece kamusal mekanda belirli anlamda gözükecektir. Bahsedildiği üzere, iktidar toplumsal ilişkiler ve mekansal ayrımlara kadar kamusaldan özel mekana kadar bireylere sirayet etmelidir. Otorite iktidarın ulaştığı bir hedefi sağlayan araçtır, toplumsal ilişkilerin yürüdüğü ve mekansal kurumların ayrımların sınıfsal-cinsiyet-kimlik üçlemesinde işleyen yapıların ayrım haline geldiği politik, dinsel, kültürel ve ideolojik bağların nerede kopuntuya uğradığı kısımları gösterir, toplumsal ilişkilerde gözükmeyen dikiş yaralarının geçmişten güncele kadar olan yerlerini belirtir. Evet otorite kurmak istiyorsanız disipline-müdahale edici aygıtların yeterli olmadığını bilmek zorunda olup, bilime yönelerek bilgiyi sadece bilimsel kazanımlarda olan birikim olmaktan çıkarıp kullanmak zorunda kalırsınız. Otorite olmanın yararlı ve kötücül yönü bu bağlamda mevcut iktidarın otorite biçimine bağlıdır, weber’in otorite tipleri bu karşılığın anlaşılmasını sağlamaktadır.
Bir başka konu ise hepimizin kafasını tırmalayan sorun olan hangi iktidar sorusudur, çünkü çoğu zaman retoriksel açıdan iktidar her yerdedir, gibi bir söylem işleri karıştırır, toplumla ilgili olan kullanım birdenbire özel-bireysel mekandaki ilişkileri taşınır, haliyle bu tartışmanın sonuçlandırılması gereklidir. Birey-birey çatışmasında ortaya çıkan ile Birey-Toplum arasındaki ilişki hakkında iktidar hakkında ayrımını yapmamızı sağlayan dikkate almamız gereken kategori, toplumsal yapı ve mekansal kurulumu meydan getiren iktidar olgusudur, ikincisi ise politik-ekonomik-kültürel bağlamda ideoloji ile ortaya çıkan söylemlerdir. Birey-birey çatışmasında yaşanan iktidar mücadelesinde söylemler ve otoriteryen kişilik tavırları ile bedensel-cinsel sorunlar ve ruhbilimsel çözümlemeye çıkan durumlar olduğu gibi toplumsal olanla ilgili olmayan ve ideolojik söylemde karşılık bulmayan çatışmalardır. Toplum-birey çatışmasında bariz bir biçimde ideoloji-iktidar etkisi gözükürken, birey-birey çatışmasında ideolojik mi yoksa bireysel durumlardan dolayı çatışma olduğunu gözlemlemek gerekli. Kurulan söylemde toplumsal ilişkilere konu olan ve anlamı çıkan bir söylemin kurulduktan sonra, söylemi yazı olarak metin şeklinde sunmalıyız. İncelenen söylemde toplumsal alan dizgesi ile alakalı olan söylemin rolü, toplumsal ilişkiler içinde otorite kurmak isteyen majör iktidar (politik-sosyo-ekonomik) ve minör iktidarları (sosyo-ekonomik-kültürel) teşhis eder. Eğer, birey-birey çatışmasında gündelik olan ve kişilerin özel hayatları ile ilgili olan bir durum olursa, incelenen iktidar ile otorite kavramları değişime uğrar.
Sosyal Bilimlerde İktidar Olgusu
”İktidarın kimde olduğu, amacı, iktidar için mücadele, iktidarın nasıl sürdürüldüğü veya kaybedildiği ve iktidarın toplum üyelerince nasıl kabul gördüğü gibi özel sorulara dönüşür. Bu yönde sosyolojinin tek bir kuramı yoktur. Siyaset sosyolojisi ve siyaset biliminin yönelimleri iki ana paradigma etrafında toplanabilir: Yapısal-işlevselcilerin “denge” ya da “uzlaşım-oydaşma” kuramı ve Marksist çözümlemede örneklendirilen “çatışma” kuramıdır. Ayrıca her iki paradigmaya da eleştirel tavrı olan postmodern yaklaşım da üçüncü paradigmayı oluşturur.” (Bayram, 2003:34). Söz konusu, iktidar her yerdedir yargısı bize doğrudan kamusal ve özel mekan olmaksızın bir şekilde karşımıza çıkmaktadır, Nietzsche’den etkilenmiş kültür bilimci Foucault söz konusu iktidar ve özne bağlamında görmek, iktidarın her yerde olduğunu savunmak sosyal bilimlerde tartışma yaratmaktadır. Toplumsal konulardan, birey-birey ilişkisine kadar sirayet eden iktidar görüşü ile karşı karşıyayız, bu haliyle herhangi konuda birinin birine bir şey dayatması olduğu gibi İktidar kelimesi sınırsız bir hale geçmiş olmaktadır.
”Her şeyi kuşatan bir sözcük kesin sınırlarını yitirir ve yavaş yavaş içi boş bir sese dönüşür. Bir terimin anlama sahip olabilmesi için, belirli koşullarda, nelerin onun dışında kaldığının belirlenmesinin olanaklı olması gerekir -ki bu, ille de, her zaman ve her yerde onun dışında kalacak türden bir şeylerin belirlenmesi anlamına gelmez. Eğer iktidar. Kadiri Mutlak bir tanrı gibi, her zaman ve her yerde olan bir şey ise, ideoloji sözcüğü, herhangi bir şeyi özellikle ayıramaz hale gelir ve sonuçta bize hiçbir bilgi vermeyen bir şeye dönüşür- tıpkı, ne türden olursa olsun (işkence dahil) her insan davranışının bir sevecenlik örneği sayılması durumunda sevecenlik sözcüğünün içi boş bir belirtece dönüşecek olması gibi.”(Eagleton,2020 :27). Marksist çatışmacı kuramda, iktidar analizinin mekan fark etmeksizin inceleyen Foucault, iktidarın etkinliğini sadece toplumsal kategori konularında gözüken ideoloji yerine söylemi analiz olarak belirlemiştir. ‘‘Marksizmin odaklandığı iktisadi modele göre iktidar, sınıf tahakkümüne ve ekonominin buyruklarına tabi kılınmakla ilgilidir. Hukuki model ise iktidarı hukuk, yasa, ahlaki hak ve siyasal hükümranlık çerçevesinde çözümler. Postyapısalcı yaklaşımın temsilcisi Foucault ise her iki yaklaşımı da reddederek iktidarın yalnızca fiziksel, ekonomik güç ya da yasal temsil yoluyla değil; bilimin, normların, siyasal teknolojilerin hegemonyası ve de beden ve ruhun şekillendirilmesiyle işlediğini belirtir” (Best, Kellner, 1998: 70). Marksist kuramda özne ve iktidar arasındaki etkileşim bireyden iktidara doğru gösterilen doğrusal bir yol olmayıp, hegelyen sistemde özü itibarıyla diyalektik/çatışmacı temelde doğrusal ziyade kendi dönen, kıvranan iktidar ile özne çatışması bulunur, ve iktidarın özne etkileşimi kendine dönüklü bir yapıda olup özne, öteki öznelerle birlikte ideolojik durumuna göre iktidarla çatışır. ”Özne kategorisi her tür ideolojinin kurucusudur. İdeolojinin işleyişi de ancak bu ikili kuruluş içinde bulunabilir, çünkü ideoloji, bu işleyişin maddi varoluş biçimlerinden başka bir şey değildir. İnsan doğası gereği ideolojik bir hayvandır. Her tür ideoloji, özne kategorisinin işleyişi sayesinde, somut bireyleri somut özneler halinde olarak çağırır. İdeoloji öyle eyler veya işler ki, bireylerin içinden özneleri toplar, bireyleri öznelere dönüştürür ve bunu da çağırma yoluyla gerçekleştirir.” (Althusser, 2014:78). Keza bu durum hakkında kısaca bilgi sağlarsak yeter çünkü ideolojiden bahsetmek günümüz dünyasında değişime uğramıştır, öte yandan Foucault’un iktidar her yerdedir açıklaması yetersiz bir hal almaktadır. Marksist anlayışın klasik modern döneme özgü baskıcı devlet kapitalizmi etkisini yitirmiş, enformasyon kapitalizmi gelişim göstermiştir. Kısaca Byung Chul Han şunu belirtir: ”Yasaklar getiren ve -meli/-malı’yı uygulayan disiplin toplumunun aksine, becerebilmek anlamına gelen -ebilir/-abilir yardımcı fiilinin egemenliği altındadır. Kendi kendinin girişimcisi olan performans öznesi, emir veren ve sömüren bir başkasına tabi olmadığı ölçüde özgürdür ama gerçekten özgür değildir, çünkü artık kendi iradesiyle kendi kendini sömürmektedir. Kişi hem faildir hem de kurban” (Chul-Han, 2020: 17).
Weberi’in Otorite Tipleri
Bir egemenlik kümesinin siyasal bir kümeye dönüşebilmesi, kendi varlığının ve koyduğu kuralların geçerliliğinin coğrafya yönünden belirlenebilir bir bölge içinde fiziksel baskının sürekli olarak uygulanması yoluyla güvence altına alınmasıyla olur. Tüm siyasal kümeler gibi, devlet de meşru şiddet hakkının tek kaynağı olarak insanın insan üzerindeki egemenliği ilişkisinden ibarettir. Devletin varlığından söz edebilmek için egemen olanlar tarafından öne sürülen otoriteye egemen olmayanların itaat etmeleri gerekir (Gülmez, 1975:57). Bir siyasetin ekonomisi, ekonominin de bir siyaseti vardır. İki terim arasındaki zıtlık, kuvvet yönteminin ekonomik davranıştan ayrıldığı ve aynı zamanda ekonomik davranışa özgü akılcılığın, araçların kıtlığına ve akılcı seçimine mal edildiği ölçüde kavramsal olarak kesin hale gelir. Weber’de de siyaset bu bağlamda anlamını bulur ve insanın insana egemenliğini içeren davranışların bütünü olarak tanımlanır (Aron, 2006:508-509).Endüstriyel toplumlar toplumsal yaşamın giderek kurumsallaştığı ve bireyin örgütlere teslim olduğu ve temsiliyetin örgütler aracılığıyla gerçekleştiği bir dönüşüm yaşamıştır. Devlet bütün bu örgütlerin içindeki özgün konumuyla en tepede, bütünü düzenleyen bir meta-örgüt olarak öne çıkmaktadır. Weber, devletin bu özgünlüğünün ve düzenleyici gücünün meşru şiddetin tekelini elinde tutmasından kaynaklandığını vurgulamaktadır. Weber’in yaklaşımını benimseyen çağdaş kuramcılar, devleti kurumsal olarak iktidarın yoğunlaştığı ve depolandığı alan olarak görürken devlet aktörleri olan bürokrasi ve siyasal seçkinleri iktidarı kullanan ana aktörler olarak öne çıkarırlar. (Şengül, 2013:46) Çabasını devletin tarihsel yapısının irdelenmesinden çok siyaset olgusunun genel olarak anlaşılmasına yönelten Weber, tüm siyasal egemenliklerin temelinde emretme ve itaat etme ilişkisinin varlığından söz ederek itaat edenlerin neden ve hangi koşullarda itaat ettiklerini sorgulamaktadır. Ona göre bütün siyaset bir iktidar mücadelesinden ibarettir (Giddens, 1999:33)
İktidar (Macht), bir toplumsal ilişki içinde, neye dayalı olursa olsun, kendi istencini, dirençleri bile aşıp yerine getirebilme olasılığını anlatır (Weber, 1995:92).Weber’e göre iktidar bir olasılıktır, toplumsal aktörlerden herhangi birinin, gücünü nereden aldığı önemli olmaksızın diğerlerine rağmen kendi iradesini gerçekleştirebilme olasılığıdır. Bu tanım her süreçte ve her ilişkide iradesi gerçekleşen aktörü iktidar olarak görür (Karaismailoğlu, 2006: 47). İktidar olgusunun ontolojik gerçekliğinin sosyal bilim odağında tartışılmasında, toplumsal ilişkiler ve kavramsallaştırma gereklidir. Mekansal sınırlarının koyan ulusun bütünlüğünü ve temsilini oluşturan, Devlet üzerinden egemenlik sahasını egemenlik üzerinden bağdaştırılır. Weber, iktidarın özel bir biçimi olan ve daha dar bir alanı kapsayan ‘egemenlik/ tahakküm / hakimiyet’ (Herrschaft) kavramına yönelir. Weber, güç / erk ve egemenlik / tahakküm / hakimiyet arasındaki ilişkiden ve etkileşimden doğan iktidar kavramını açıklar (Karaismailoğlu, 2006: 47).Weber, iktidar kavramında kendisini Marx’tan ayırır, iktidarın faaliyeti ekonomik nedensellikle indirgeme yapmaz, Fransız İhtilalinden sonra Westphalia antlaşmasından sonra sivil toplumun etkin olabildiği ulus devlet alanındaki iktidarın eylemlerinde otorite tipolojilerini temellendirir. Weber’in tanımladığı egemenlik kavramı emir verme hakkı ile itaat etmeye dayalı bir iktidar biçimi olduğundan kaba güç kullanımına ve manipulasyona dayalı iktidar kavramından ayrılır. Bu ayrım iktidarın totaliter ve totaliter olmayan bölümlenmesine işaret eder (Karaismailoğlu, 2006: 49). Weber’in iktidar-itaat etme kavramlarını bu derece merkeze alması onun düşüncesinde bu yapıların ne anlama geldiğinin anlaşılmasını daha da önemli kılmaktadır. Weber iktidar olma-itaati sağlama ilişkisini geliştirdiği tipoloji ile açıklamaktadır (Ekşi, 2010 :191).
Weber otorite türlerini, her birinin meşruluk tezini ifade biçimine göre sınıflandırmaktadır. Buna göre meşru otoritenin üç saf türü vardır: rasyonel, geleneksel ve karizmatik. Bu otorite türlerinden her biri, Weber’e göre belli şartlar altında hüküm sürme eğilimi gösteren, iktidar ilişkileri ve idare biçimleriyle bağlantılı olan ve bu ilişkileri ve biçimleri açıklayıcı alenen söylenmiş itaat nedenlerinin veya “gerekçeleri”nin tiplerini temsil eder (Lukes, 2006:932-933). Weber’e göre egemenlik kavramının kaynağında üç ayrı rasyonelleşme süreci yer alır; geleneksel, karizmatik, ve akılcı hukuksal (Karaismailoğlu, 2006: 49)
Otorite Tiplerinin Açıklanmasında Weberci Epistemolojinin Rolü
Weber sosyal olguları irdelerken olasılık kavramını sıklıkla dile getirir. Weber’e göre sosyal bilimlerde çoğu zaman ‘X’ ‘Y’nin nedeni olabilir ama her zaman ve her koşulda X’in ‘Y’ye neden olduğunu iddia etmek gerçekçi değildir. Örneğin, Marx’ın bir toplumda baskın fikirlerin aslında egemen sınıfların fikirleri olduğu görüşünü ele alırsak, Weber’e göre, bu bazı hatta pek çok durumda geçerli olabilir ancak her baskın düşüncenin egemen sınıfın düşüncesi olduğunu iddia etmek gerçek dışıdır (Grabb, 1984, s. 47-48). Weber’in tarihsel olayları kendi tikel varoluşları içinde kavraması, tarihsel olayların bir defalığı düşüncesine dayanmaktadır. Weber, her ne kadar tarihsel tikellikler düşüncesine sahip olsa da, bu tikelliklerden yola çıkarak toplumsal genellemelere gitmekten de kaçınmamaktadır. Mesela Weber’in yasa benzeri bir niteliğe yakın duran “ideal tip” kurgusu böyledir. Weber bir çok ideal tip kullanarak, belli bir tarihsel durumu kavramsal olarak inşa eder. (Ekşi, 2010 :189).
Çok karmaşık etmenlerin sonucu meydana gelen sosyal olguları tek bir neden ile açıklamak onları basite indirgeyip çarpıtmaktır. Örneğin, neden bazı insanların zengin diğerlerinin de yoksul olduğunu anlamak istediğimizi varsayalım. Bazı insanlar zengindir çünkü zengin bir ailede doğmuştur ve yoksul insanlar da yoksul bir ailede doğduğu için yoksuldur. Burada iktisadi eşitsizliğin nedeni mirastır. Ancak, modern toplumlarda diğer pek çok faktörün de iktisadi eşitsizliğe yol açtığını görmezden gelemeyiz. (Aydın, 2018, s:249-250). Weber öznel faktörlere önem veren bir düşünürdür ve indirgemeci teorileri reddetmiştir. Maddi gerçeklik ve fikirler arasındaki ilişkiler karmaşıktır. Weber’e göre burada sorun bazı Marksistlerin Marx’ın özgün görüşlerini basitleştirerek aşırı materyalizme indirgemeleridir. Weber için, insan ve kültür materyalizme indirgenemez. Varlıkları ya da yokluklarıyla toplumsal olanın temel belirleyicisi fikirlerdir. Çünkü insanları motive eden öznel anlamlar ve fikirler sıkça basit materyalist teorinin tahmininden çok daha farklı sonuçlara yol açmaktadır. (Aydın, 2018:250).
Tek yönlü materyalistlik açıklamanın karşısına aynı şekilde tek yönlü tinsel, kültürel açıklama ile çıkmanın da çok fazla bir anlamı yoktur. Tek yönlü açıklamalar Weber’in çoklu nedensellik anlayışı ile çelişmektedir.Tek yönlü nedensel yaklaşımın aksine objektif ve sübjektif koşullar ve insanların eylemlerine yükledikleri öznel anlamlar sosyolojik açıklamayı ortaya çıkarır (Gerth ve Mills, 1987, s. 62). “Weber, Marx’ın büyük karşıtıdır. Ne var ki, bütün karşıtlıklarda tamamlayıcılık da olduğu için, Marx ve Weber sosyolog olarak zıt ikizler gibi görünmektedir” (MacRae, 1985, s. 18). Max Weber büyük ölçüde Alman felsefe geleneğinde ağır basan tinselci bir bilim anlayışına bağlıdır. Ancak belirtilmelidir ki Weber, tinselci anlayışın yanısıra bilimin genelleştirici/açıklayıcı bir etkinlik olmasını talep eden pozitivist bilim anlayışının da etkisindedir. Onun bilim anlayışı bu iki kaynaktan beslenir ve pozitivist etkiler tinselci bir bilim anlayışının içinde eritilmiş de olsalar, kendilerini gösterirler (Özlem, 2001:18)
Weber, Marx’ın ikili sınıf sisteminden farklı olarak ‘sınıf’ı dört farklı kategoriye ayırdı: Mülk sahibi burjuva sınıfı, mülksüz beyaz yakalı orta sınıf (entelijensiya), küçük burjuvazi ve işçi sınıfı. Mülk sahibi burjuvazi sınıfı iktisadi güç, sosyal statü ve siyasal nüfusa sahip oldukları için en tepede yer almaktadırlar. Mülksüz ancak eğitime dayalı profesyonel entelijensiya ikinci en yüksek konumda bulunmaktadır. Entelijensiya genel olarak mülksüzdür ancak yüksek bir sosyal statü ve siyasal etkiye sahiptir ve işgücü piyasasında yüksek konumdadır ve bu nedenle ikinci sıraya yerleştirdi Weber. Küçük burjuvazi kendi kendine yeter mülk sahibi olduğu için üçüncü sıraya yerleştirdi ve beyin gücü kendine yetecek mülk ve sadece kol gücüne dayandığı için de işçi sınıfı dördüncü sırada yer almaktadır (Aydın, 2018, s.254). Max Weber’in (1864-1920) yaklaşımını benimseyen bakış açıları da iktidar ilişkilerinin günümüz toplumlarında devlet aygıtı ve çevresinde yoğunlaştığını öne sürmektedir. Bununla birlikte Weberyen paradigma, Marksist bakış açısından farklı olarak, iktidarın devlette yoğunlaşmasının devlete ve devlet aktörlerine ellerinde tuttukları iktidarı başta sınıflar olmak üzere toplumsal aktörler karşısında özerk bir biçimde kullanma gücü verdiğini öne sürmektedir (Şengül, 2013:45).
Ekonomi nihai çözümlemede en önemli güç ancak ekonomiden kaynaklanmayan statü ve sosyal onur da sosyal tabakalaşmada önemlidir ve bir diğer boyutunu meydana getirir (Weber, 2012: 298). Marksist bağlamda iktidarın varlığı sınıf ve statü grubu ekonomik ölçekte tartışılır. Marx’ın ulaşmak istediği belirli koşullar proleter iktidarının beklentisi ve kapitalist üretim biçimine bağlı olarak burjuva iktidarının gücünün alt yapılar üzerinden kuracağını açıklar, Weber ise iktidar gücünün temsilinde ekonomik temel üzerinden sınıf ve statü grubunun belirleneceğine katılmaz, tarihsel-toplumsal koşullar üzerinden iktidar elde eden grupların olasılığına yönelir. Marksist yaklaşım, sınıf ilişkilerini bir iktidar ilişkisi olarak toplumsal yaşamın merkezine yerleştirirken iktidarın yoğunlaşma alanı olarak devleti görmektedir. Bu durum bir çelişki oluşturmaz; çünkü devlet sınıf ilişkilerinden bağımsız bir iktidar odağı değildir. Devlet, kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminin merkezinde yer aldığı ölçüde, modern kapitalist toplumları tanımlayan iktidar ağlarının odağına da yerleşmiştir. Tam da bu sınıfsal konumu nedeniyle devlet karşımıza kapitalist devlet olarak çıkar (Şengül, 2013:44). Marksist paradigmanın kapitalist toplumlarda iktidar süreçlerinin devletten, devletin de kapitalist ilişkilerden bağımsız ele alınamayacağına yönelik önermesinin yaygın olarak kabul gördüğü söylenebilir.
Belirli durumlarda partiler sınıf konumunca ya da statü konumunca belirlenmiş çıkarları temsil edebilirler. Yandaşlarını sınıf ya da statü gruplarından toplayabilirler. Ama sınıf partisi ya da salt statü partisi olmaları gerekmez. Çoğunlukla kısmen sınıf ya da kısmen statü partileridir, ama kimi zaman da bunlardan hiçbiri değildirler. Kalıcı ya da geçici grupları temsil ediyor olabilirler ve iktidara gelme yolları çok değişik olabilir (Gerth ve Mills, 1987:190). Marx’ın (her zaman olmasa da) zaman zaman öne sürdüğünün aksine, analitik olarak özellikle ekonominin nihai önceliği yoktur. Yine Immanuel Wallerstein’ın iddiasının aksine değişik zaman ve mekanlarda (dört ana iktidar kavramı, iktidarın askeri, siyasi, ideolojik ve ekonomik kaynakları etrafında) bu dört ana unsurun biri (veya birkaçı) öne çıkabilir. (Ardıç, 2012 :263).
Eren KARAOĞLU
Kaynakça
Althusser, L. (2014). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları.
Ardıç, Nurullah, 2012, İktidarın Dört Atlısı: Michael Mann, Toplum ve Bilim Yayınları.
Aron, Raymond (2006), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, (Çev. Korkmaz Alemdar), Bilgi Yayınevi, Ankara.Aydın, Kemal, Max Weber, Eşitsizlik ve Toplumsal Tabakalaşma, Journal of Economy Culture and Society 2018; 57: 245-267.
Bayram, AK (2003). İktidar Çözümlemelerinde Bir Mihenk: Michel Foucault . Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi, (2),33-46 .
Best S. ve D. Kellner (1998). Postmodern Teori (Çeviri: M. Küçük). İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
Bi̇ber, A . (2014). Toplumsal Şeytan Üçgeni: İktidar, Hegemonya ve Propaganda . Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi.
Eagleton. Terry (2020). İdeoloji. Çev:Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları.
Ekşi, Hülya, BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN MAX WEBER’İ YENİDEN OKUMAK ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 11, 2010, ss. 187–198
Gerth H. H. ve Mills, C. W. (1987). Max Weber: Sosyoloji yazıları (T. Parla, Çev.). İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları.
Giddens, Anthony (1999), Max Weber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji, (Çev. Ahmet Çiğdem), Vadi Yayınları.
Grabb, G. E. (1984). Theories of social inequality an introduction. Holt, Rinehart and Winston of Canada, Limited.
Gülmez, Mesut (1975), “Weber ve İdeal Tip Bürokrasi Anlayışı”, Amme İdaresi Dergisi, 8(1) Mart, ss. 47-75
Lukes, Steven (2006), “İktidar ve Otorite”, Sosyolojik Çözümlemenin Kısa Tarihi-II, (Ed. Tom Bottomore ve Robert Nisbet), (Çev. Sabri Tekay), Kırmızı Yayınları.
MacRae, G. D. (1985). Weber (N. Vergin, Çev.). İstanbul: Afa Çağdaş Ustalar Dizisi, Afa Yayıncılık.
Marshall, Gordon, SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ (2005). Çev: Osman Akınhay, Derya kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları.
Şengül, H. Tarık (2013), İktidar, SİYASET BİLİMİ KAVRAMLAR, İDEOLOJİLER, DİSİPLİNLER ARASI İLİŞKİLER, Yordam Kitap.
Weber, M. (1995). Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çev. Özer Ozankaya, İmge Kitabevi.
Weber, M. (2012). Ekonomi ve toplum. (Cilt I) (L. Boyacı, Çev.). İstanbul: Yarın Yayınları
İlk yorum yapan siz olun