Her insan, ustasının elinde şekillenmeyi bekleyen bir çamur gibidir. Şekil almayı, doğru bir rehberlik ve ustalıkla dönüşmeyi bekler. İnsan yaşamında bu rehber, çoğu zaman bir öğretmendir. Ancak her öğretmen aynı değildir. Kimisi bu kutsal mesleği bir sanat gibi görüp titizlikle icra ederken, kimisi “Hiçbir şey olamazsam, en azından öğretmen olurum” anlayışıyla bu yola çıkar. İşte bu fark, bireylerin hayatındaki dokunuşların gücünü belirler.
Bir sınıfta, iki farklı öğretmenin dokunduğu iki farklı öğrenciyi hayal edin. Birinci öğretmen, mesleğini bir yaşam biçimi olarak benimsemiştir; onun için öğretmenlik bir sanat gibidir. Bu öğretmen, derslerinde sadece müfredatı değil, hayattan dersler de anlatır. Bir gün derse gelirken çantasından bir roman çıkarır, öğrencilerine gözlerinin içi parlayarak der ki: “Bu kitabı ilk okuduğumda dünyaya bakış açım değişmişti. Kim bilir, belki sizden birinin hayatını da değiştirir.” Bu cümle, belki sınıfta sessizce oturan bir öğrencinin içinde bir kıvılcım yakar. O romanı okuyan öğrenci, bir gün kendi hikayesini yazmaya başlar ve belki milyonlara ilham veren bir yazar olur. Çünkü bu öğretmen, öğrencilerinin yalnızca bilgiyle değil, düşünme ve sorgulama becerileriyle donanmasını sağlamayı görev bilmiştir.
Şimdi aynı sınıfta, başka bir öğretmeni düşünün. Bu öğretmen, mesleğini yalnızca maaş almak için yapan biridir. Derse son dakikada girer, tahtaya birkaç formül karalar, sonra köşeye çekilip telefonuyla vakit geçirir. Çocukların gözlerindeki soruları görmez, onların dünyasına dokunmaz. Bu sınıfta büyüyen bir öğrenci, kendini keşfetme fırsatını asla bulamaz. Çünkü “Sen yapabilirsin” diyen bir ses olmadan, o öğrencinin içindeki potansiyel karanlıkta kalır. Bu öğretmenin dokunuşu, maalesef gelecekte bile silinmeyen bir iz bırakır; öğrencide hayata karşı bir öfke, bir isteksizlik yaratır. Çünkü o, öğrenmenin bir heyecan değil, bir zorunluluk olduğunu düşünerek büyümüştür. Her yıl 24 Kasım’da kutlanan Öğretmenler Günü, işte bu iki tablo arasındaki farkı hatırlatır ve öğretmenlerin insan yaşamındaki derin izlerini anlamamızı sağlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, eğitime ve öğretmenlere büyük önem vermiştir. Ülkenin kaderi ateşle sınanırken, savaşın karanlığı her yanı sarmıştır; ancak Atatürk’ün zihninde parlayan bir ışık vardır: eğitim. O, eğitimin yalnızca bireylerin değil, tüm milletlerin kaderini değiştirebileceğine yürekten inanıyordu. 1921 yılında, Kütahya–Eskişehir Savaşları’nın acı yenilgisinin hemen ardından Sakarya Savaşı’na hazırlanırken Ankara’da Maarif Kongresi’ni toplaması, bu inancının en cesur göstergesiydi. Cephelerden top sesleri yükselirken, o geleceğin Türkiye’sinin temellerini atmakla meşguldü. Kongrede yaptığı tarihî konuşmada, eğitim, bilim ve kültüre dair derin düşüncelerini paylaşıyor; gerçekleştireceği inkılâpların esaslarını çiziyor, öğretmenlere olan sarsılmaz güvenini ve onlardan beklentilerini tüm açıklığıyla dile getiriyordu.
24 Kasım 1928’de “Yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır.” diyerek, öğretmenlerin bir ulusun geleceğini şekillendiren en önemli aktörler olduğunu ifade etmiştir. O, yalnızca bir lider değil, aynı zamanda eğitime tutkun bir yol göstericiydi. Öğretmenlere verdiği değeri şu sözleriyle ölümsüzleştirmiştir: “Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır.” Yeni kurulan devletin çağdaşlaşma yolunda ilerlemesi için atılan adımların ve yapılan inkılâpların halk tarafından benimsenmesinde, eğitim alanındaki yenilikler büyük rol oynamıştır.
nedeniyle, 24 Kasım tarihinin Öğretmenler Günü olarak kutlanması, öğretmenlik mesleğinin taşıdığı kutsallığı vurgular. Türk Milleti için Kurtuluş Savaşı’nın önemi ne kadar büyükse, bu savaşın en bunalımlı günlerinde toplanan Maarif Kongresi’nin de Türk Eğitim Tarihi açısından önemi büyüktür ve millî eğitim ve kültür politikalarının mihenk taşını oluşturmaktadır.
Atatürk’ün öğrenme tutkusunun kökleri, hayatındaki öğretmenlerinin derin ve silinmez etkileriyle şekillenmiştir. Selanik Askerî Rüştiyesi’nde matematik öğretmeni olan Yüzbaşı Mustafa Efendi, ona sadece matematiği öğretmekle kalmamış, analitik düşünme yeteneğini de aşılamıştır. Bu, sadece sayılarla değil, hayatın kendisiyle ilgili düşünme biçimini dönüştürmüştür. Şemsi Efendi Mektebi’ndeki öğretmenleri ise onun merakını ve öğrenme isteğini erken yaşta fark ederek bu kıvılcımı alevlendirmişlerdir. Onların desteği ve yönlendirmesi olmadan, belki de Atatürk’ün liderlik vasıfları bu denli gelişmeyebilirdi. Öğretmenlerinin ona sunduğu ilham, bir ulusun kaderini değiştirecek fikirlerin tohumlarını atmıştır.
Burada asıl düşündürücü olan, bir bireyin hayatına dokunan eğitimcilerin, dolaylı olarak milyonlarca insanın hayatını etkilemiş olmasıdır. Atatürk, bu öğretmenlerinin üzerindeki derin etkisini asla unutmamış, her fırsatta öğretmenliğin sadece bir meslek değil, toplumun geleceğini şekillendiren kutsal bir görev olduğunu vurgulamıştır.
Bugün, öğretmenlerin topluma katkıları yalnızca bireylerin başarılarında değil, toplumların refah seviyelerinde de gözlemlenir. Bir köy okulunda idealist bir öğretmenin küçük bir dokunuşuyla başlayan yolculuk, bir çocuğun doktor, mühendis ya da sanatçı olmasını sağlayabilir. Bu, bir öğretmenin küçük bir sınıftan başlayarak bir milletin geleceğine nasıl yön verebileceğinin en somut kanıtıdır. Ancak bunun tersi de geçerlidir: Öğretmenlik mesleğini yalnızca maaş için yapan bireyler, çocukların potansiyelini gölgeleyebilir ve toplumun genel kalkınmasını sekteye uğratabilir.
24 Kasım Öğretmenler Günü, her yıl öğretmenlerin üzerimizdeki etkilerini hatırlamamız ve onlara minnet duygularımızı sunmamız için bir vesiledir. Atatürk’ün öğretmenlere yüklediği misyon, sadece bir meslek değil, bir ideal taşır. Bugün, aynı zamanda bizlere şu soruyu sorar:
Çocuklarımızın hayatına dokunan öğretmenler, onların hayal dünyasını genişleten rehberler mi, yoksa potansiyellerini karanlıkta bırakan birer gölge mi olacak?
Cevap, yalnızca öğretmenlerin değil, tüm toplumun elindedir.
Mehmet KOCAOĞLU
İlk yorum yapan siz olun